Kemaliye ( Eğin)
KEMALİYE (EĞİN)
Kaç yılıydı hatırlamıyorum:
Sadece fotoğraf makinemi alıp sabahın köründe evden çıktım.
Amacım Çorum’a gidip Alacahöyük’ü fotoğraflayacak, gece de döneceğim.
Vakitlice ulaştım, Hattuşa, Alacahöyük, Yazılıkaya vs derken fotoğraf ve gezi işini bitirdim, arada bir de yağmur yedim iyice de bir ıslandım.
Dönüş yoluna diye hesap ederken bir yerde sanırım sapak falan kaçırdım,(zira yağmur sonrası güneş açtı, ışık orada güzeldi, burada güzeldi, şurada foto çekeyim derken, çok da değil, en fazla 5-10 km Amasya yönüne ilerlediğimi fark ettim. Sonra da “amaaan, boş ver, bu akşam Amasya’da kalır, ertesi gün dönerim” dedim.
Gece Amasya’dayım.
Yanımda hiçbir şeyim yok. Don bile.
Ertesi gün döneceğim ya…
Öyle olmadı, ben bir gece daha Amasya’da kaldım. Sonra yol yakınken şuradan Tokat’a geçeyim, aman Niksar’da hemen buradaymış vs derken ben Refahiye’ye kadar gelmişim.
(Evet, don ve çorap aldım Amasya’dan, ama tişört ya da pantolon almadım, çünkü döneceğimi hesap ediyordum hep).
İstanbul’dan ayrılışımın dördüncü günüydü, ben bir gece vakti (hayatımın en zor araba yolculuklarından birisi ile : çünkü Refahiye – Kemaliye arası yol yapımı varmış, bilmiyordum, Kemaliye’ye ulaştım.
Şimdiiii: Kemaliye’ye daha önce gelmemişim, hakkında fazla bir şey bilmiyorum ama Şirzi Köprüsü’nden kasabaya yaklaşınca fark ettim ki, çok güzel bir yerdeyim.
Bozkurt Otel’e girdim, kimseyi tanımıyorum elbette. Yer yokmuş.
Başka oteller vardır diyorum ama sonradan fark edeceğim ki Kemaliye çok çok küçük bir yer. Hadi bugün alternatif yerler açıldı ama o zaman başka yer yok gibi bir şey.
Şehrin Malatya yönü çıkışında bir yerden bahsettiler. Aradım buldum. Yurt desen değil, otel desen değil, pansiyon falan hiç değil. Toki’ler yapılmadan önce, Kemaliye’nin en yüksek binası (5 katlı).
Bir oda verdiler. O yorgunlukla zaten hemen uyumuşum.
Sabah uyanıp odanın penceresine ilerledim. Perdeyi açmam ile Türkiye’nin en güzel manzaralarından birisi ile karşılaştım.
Ağzım açık kaldı.
Kahvaltı yaptım mı hatırlamıyorum , acele ile kasabanın merkezine indim.
Bozkurt Otel’in sahiplerinden Sezai Bey’i buldum (bir gece önce tanışmıştım). Onunla sohbet ettik biraz, ardından o da beni Latif’e yönlendirdi.
Hani derler ya, körün aradığı bir göz, Allah verdi iki göz: Latif buranın turizm adına pek çok şeyi. Anlattı, gezilecek yerleri, tanışılacak insanları, yol tarifleri ve detayda da ne var ise.
Oradan çıkıp bölgenin aksiyon adamlarından Ragıp’a ulaştım. O da yürümüş yolları, gidilmeyen, az bilinen kiliseleri vs. bildiklerini paylaştı.
Aklımı kaçıracağım, o kadar çok gezilmesi gereken ve benim de detayda görmeyi istediğim o kadar çok yer var ki…
Hele biraz dolaşayım, ardından küçük bir alış veriş ile tişort ve pantolon sorununu hallederim dedim.
Çorum’dan beri aynı kıyafetler var üzerimde.
Önce genel manzarayı nereden alırım:
Kırkgözeler’den.
Gittim Kırkgözeler’e, çıkarttım makineyi bastım denklanşöre, çekmiyor.
Şarjı bitmiş.
Bu bir de yedek pildi.
Tek gün çekime iki pil yeter diye şarj makinesini de almamıştım yanıma.
Manzara tarifsiz, aylardan haziran, dutlar dallarda, Fırat güzel bir seviyede ve yemyeşil, her tarafta çiçekler böcekler, benim makinenin şarjı yok.
O dönemki cep telefonumun da kamerası arızalı. Bir iki tane çekeyim dedim, o kadar kötü çekiyor ki, sinirlendiğine değmeyecek.
Kalktım merkeze indim: “koskaca Kemaliye’de elbet Canon uyumlu bir şarj cihazı bulurum diyordum ki, Kemaliye’nin küçük bir kasaba, nüfusunun 2 bin bile olmadığının ayırdına o anda vardım.
Gezilecek yerlerin, yapılabilecek şeylerin çok olması büyük olduğu anlamına gelmiyordu elbette.
Latif – Sezai -Ragıp hepsi aynı şeyi söylediler; burada bulamazsın Ali Bey.
Hırsız gibi dolanıyorum ortalıkta, Kemeliye’ye gezmeye gelen turistlerin fotoğraf makinelerini kolluyorum. Varsa Canon kullanan birisi yalvar yakar şarjını isteyeceğim. Yani dışarıdan birisi izliyor olsa, kesin hırsız der.
Çıkmadı kimse.
İki tane dokuz voltluk pil ve biraz kablo aldım, Kanyon Kafe’ye gittim. Hayatımın en dramatik sahnelerindendir: 9 voltluk piller ile Canon’un pilini şarj etmeye çalışmam.
Hırsımdan ağlıyordum. Sırtımdaki çantada makinenin haricinde 4 tane lens var, şarj yok!
Yapacak hiçbir şey yoktu.
Kemaliye’de makinesiz gezdim. Cep telefonu ile çekil(eme)miş bir iki fotoğraf haricinde hiç fotoğrafım olmadı o gidişimde.
Hani bazen düşünüyorum, belki iyi oldu.
Fotoğraf çekeceğim derdi olmayınca kafama göre yürüdüm, baktım, oturdum vs…
Sanırım o ilk gidişimde öyle bir kazımışım ki kafama Kemaliye’yi, bir daha da aklımdan çıkmadı.
Tabi aradan çok yıl geçti, ben defalarca gittim.
Bugün baktım da, Kemaliye ve köylerine ilişkin 850 tane fotoğrafım varmış.
Çoğu belki başarısız ama olsun
Buyurun, küçük bir seçki yaptım…