UA-15301091-4

Bir Garip “Kapadokya Vadi” Gezisi

Bir Garip “Kapadokya Vadi” Gezisi

Havanın soğukluğunu fırsat bilip 10-12 ocak tarihleri arasında Cem Aktan Erdoğdu ile birlikte gerçekleştirmiş olduğumuz Kapadokya Vadiler Gezimize ilişkin birkaç notu burada sizlerle paylaşmak istedim.

Kapadokya Bölgesi, en popüler ve bilindik yerleriyle zaten 3-4 günlük gezi programlarını rahatlıkla kaldırabilmekte. Bizim amacımız biraz da aklımız başımıza gelsin diyerek biraz vadi yürümekti. Bu hedefle birlikte, ikimizin de çok bilmediği vadilerde amaçsızca yürüyelim, bilgimize de bir iki şey ekleyebilirsek de bu da ekmek üstü nutella olsun dedik.

  1. Gün

İnternetten forumlardan gezi yazılarından vs. vadileri araştırarak başladık işe. Fakat gerek ben, gerek Cem bu tarz işlerden çabuk sıkılan kişiler olduğumuz için kısa sürede bu çabamızdan vazgeçip bir an önce yürüyelim hevesine girdik.

Aklımızdan geçen de şu şekildeydi; turizm ofislerinde yada belediyelerden vadi haritaları bulur, yürüyüşe nereden başlarız, nereleri görürüz, ne kadar yürürüz vs. gibi sorularımıza bu harita(lar)dan yanıt buluruz.

Önce Göreme Turizm Information’a gittik, dedik ki, biz yürüyeceğiz, bize harita gerekli. Yürüyüş yolu haritalarının olmadığını belittiler, elimize hemen hiçbir işe yaramayan bir sayfalık bölge haritasının fotokopisini tutuşturuverdiler. Dedik ki; vadi, yürüyüş? Yok öyle bir şey, gidin belediyeye sorun…

Peki dedik, Göreme Belediyesi’ne gittik. Göreme Belediye’si küçük sevimli ve pek çok belediye gibi işlevsiz elbette. Binaya girip derdimizi anlatıp harita sorduğumuzda, ilgililer, sanki harita değil de, “Amerika’da 51. Bölge’nin sırlarını istemişiz gibi anlamsız bakışlarla karşılayıp, sonrasında da  kaygıyla kovaladılar bizi.

Göreme’den Ürgüp’e geçip harita bulabilme amacıyla yine bir başka Turizm Information’a uğradık. Harita yine yoktu. Fakat belki küçük bir ilerleme sayılabilir, “Türkiye yürüyüş Rotaları’na ilişkin küçük bir kitapçık tutuşturup elimize yolladılar. Elimizdeki kitapta Kapadokya Yürüyüş yollarına ilişkin bilgi şu kadardı : “Evet, Kapadokya’da yürüyüş yapabileceğiniz vadiler var”. Benim içim rahatlamıştı, demek ki yürüyüş yapabileceğimiz vadiler mevcut.

Neyse lafı çok uzatmayayım, diyeceğim şu ki, Kapadokya’a gidip vadi yürümek isterseniz harita yok. Harita diye elinize tutuşturulan şeyler ise kızım Asya’nın (3 yaşında) çizimlerinden daha sürrealist.

İlk günün büyük kısmını harita aramakla geçirdikten sonra hava kararmadan “bari bildik bir vadide hafif bir yürüyüş yapalım da gün boşa gitmesin” diye Zelve’ye gittik.

Kalabalık olacağını düşündüğüm Zelve Vadisinde bizim haricimizde toplasanız 3-4 kişi daha gördük.  Hava soğuk. Gece düşen çiğ, sabaha doğru buza dönüşüp ağaçların bembeyaz olmasına yol açıyor. İlk günümüzde bu beyaza dönmüş ağaç görüntüsü çok ilgimizi çekiyor ve nerede bir ağaç görsek hemen fotoğrafını çekiyoruz, ya da altında salak salak poz veriyoruz birbirimize.

Bu görüntü ikinci günden sonra kabak tadı verdiği için daha sonraki günlerde bu manzara bizim için çekiciliğini kaybediyor. Daha önce gruplarla da yürüdüğümüz Zelve’de yürüyüşlerinin “bence” en keyifli noktalarından birisini oluşturan “tünel” güvenlik gerekçesiyle kapatılmış. Zaten şaşardım farklı bir şey olsa, misal kapatılmaktansa güvenliğinin sağlanmaya çalışılması gibi bir durum falan söz konusu olsa.

Birkaç saatlik yürüyüşün sonrasında Zelve Açık Hava Müzesi’nin dışında bir sıcak çay içelim dedik.  Sobalı bir yerde oturduk.  İsmini sormayı unuttuğumuz bir bey ile uzun sayılır bir sohbet, ertesi günümüz için az çok fikir vermişti, elimizdeki dandik haritaya bakıp: “bu harita bozuk, siz beni dinleyin: Şu vadiye şuradan girebilirsiniz, gidin orada rakı için, sonra şuraya ulaşacaksınız, orada da mangal yapın, beri tarafa giderseniz koca sütunlu bir kilise var, orada uyuyabilirsiniz…

Zelve’den ayrıldık, hava kararmadan önce yol üzerinde Paşabağ’ da “Zelve burası*” diye kandırılmış Kore’li turistlerin arasında bir iki tepeye çıkıp amaçsızca dolaştıktan sonra otelimize geri döndük.

Akşam otelde biraz çalışırız, rehberin can dostu “googleearth’den  inceleme yaparız hevesindeydik. Yemek öncesinde Bölge’de yaşayan bir rehber arkadaşımızla hangi vadilere nasıl ulaşabiliriz bilgisi amaçlı telefon görüşmesi yaptık. “Yarın gelin Çavuşin’e, buradan ben size yolu gösteririm” dedi.  İyi dedik. Her hangi bir çalışma yapmadan yattık uyuduk, yarın akşam nasıl olsa çalışırız dedik.

  1. Gün:

Kahvaltının ardından otelden ayrılırken Cem resepsiyonda çalışan görevliye, “biz bu gün Çavuşin tarafındaki vadilerde olacağız, akşam altıya kadar dönmezsek jandarmaya haber verir misin” diye ricada bulundu. Resepsiyonist  çocuk önce ciddiyetimizden şüphe etti, sonra da tiplerimize bakıp “lan bunlar kesin kaybolur, düşüp bir taraflarını kırarlar” diyerek notumuzu dikkate alacağını belirtti.

Bölge’deki rehber arkadaşımız Yusuf sabah bizi Çavuşin’de karşıladı. Arabayı caminin önüne bıraktık, 20 metre birlikte yürüdükten sonra elimizdeki uyduruk haritaya bakıp, bu harita yanlış, “Aha burdan yürüyün, bir yerlere çıkarsınız, yürüme yolu üzerinde kiliseler falan görebilirsiniz, kaybolursanız da göremeyebilirsiniz dedi. İlerde yol ikiye ayrılacak, oradan sola dönerseniz… Aslında baya bir tarif etti. Sorun şu ki, ben Cem dinliyor diye dinlemedim, Cem de ben dinliyorum diye dinlememiş.  Yola çıkmadan Cem’e su alalım dedim, ilerde kafeler varmış, oralardan alırız dedi. Uzatmadım ve başladık yürümeye. Çok değil 300-400 metre sonra bir yol ayrımına geldik.  Güllüdere l, Güllüdere ll falan yazıyor. Sanki birinden haberdarmışız da ikincisi de varmış dedirtti. 15 dakika önce yolu tarif eden Yusuf’u da dinlemediğimiz için ilk “acaba” mızı burada sorduk. Aramızdaki ufak çaplı bir konuşma sonrası aklımızda kalan bir iki bilgiyi birleştirip Güllüdere l ve Güllüdere ll’nin birbiriyle bir şekilde bağlanacağı kararına vardık.

Yürüme yolları üzerinde gerçekten de kafeler var, fakat gün içerisinde gördüğümüz bütün kafeler kapalı idi. Muhtemelen kafe sahipleri haklı olarak şunu düşünüyor, “bu soğukta hangi aklı yarım gelir ki buraya”! Tezgâhlarında sattıkları ürünleri kaldırmayı bile gerekli görmemişler: Bir hırsız gelir de şuradaki hediyelik eşyaları çalar dememişler. Anlayın işte, birilerinin gelme ihtimalini ne kadar uzak bulmuşlar. Hadi kafelerin kapalı olması çok büyük sorun yaşatmadı da (aslında yaşattı), kaya kiliselerinin kapılarını açanlar ve bunlarla ilgilenenlerde bu kafe sahipleri. Dolayısı ile hiçbir kafe açık olmayınca kiliselerde açık değildi. Önemli olduğunu düşündüğümüz, bin bir yokuş çıkıp dibine gittiğimiz bütün kiliseler kapı duvardı.

Yol üzerinde yürüyüş yolu bilgilendirme panoları bulunuyor, fakat bunların bir kısmı kırılmış, bir kısmının da yönü değiştirilmiş**.  Aslına bakarsanız bence eksik olan bizim amaçsızlığımız ve bilgisizliğimiz. Hangi vadide hangi kiliseye ulaşabileceğimiz bilgisi eksikti. Dolayısıyla yol olduğunu düşündüğümüz hemen her patikaya sapıp sonuna kadar yürüdük.

Bu satırlar; “şu noktada şöyle bir kilise var, şöyle ulaşabilirsiniz, tarihi şu, özellikleri budur” gibi bir faydacı amaç taşımadığı için  çok detaya girmeyeceğim. Yürümek istiyorduk, yürüdük. Kafamızı kaldırıp enteresan bir şey gördüğümüzde Cem ile aramızda şuna benzer bir dialog dolaşıp durdu:

–          Cem yukarıdaki bir kilise.

–          Yok yok, kuşevi orası.

Bin bir zahmet yürüyüp dibinden  baktığımızda fark ediyoruz ki orası bir mutfak.

Çok fazla sayıda kaya oyuğu olduğundan ve bizde de aman aman bir merak olmadığından bir süre sonra dialog şuna döndü.

– Ali, yukarıda bir şey var, gidelim mi?

– ….et, boş ver, oraya da başkaları gidiversin. Sen gitmek istiyor musun?

– Hiç gerek yok Ali.

– İyi, koy gitsin o zaman.

– Devam o zaman.

Boş kafeler ve kiliseler.

İkinci gün sanırım Çavuşin’deki bütün vadileri yürüdük. Görülmesi gereken (bir tanesi hariç – Kolonlu Kilise- bütün kiliselere ulaştık.  Önemli kiliselerin tamamı kapalıydı ama buna pek de üzülmedik. Bu arada tek bir Allahın kuluna da rastlamadık.

Yatak var, yatarsan!

Yol var yürürsen!

Vadinizin meczubu.  

Aman şeytana bismillah!

Tuvalet var girersen!

Ben su alalım demiştim!

Aslında çok keyifliydi.

Toplamda 15 km ye yakın bir mesafe yürümüşüz. Vadiler arası geçişlerde zor patikalar çıktık ve indik, tünellerden geçtik, buz tutmuş derelerin üzerinden yürüdük.  Son bir saat ise “yeter artık” dedirtti. Nihayetinde son vadiden Ortahisar yakınlarında bir noktada ana yola ulaştık.   Gerçi son 20 dakikada yürüyüş yolunun dışına çıkıp, keçilerin bile yürümeye tenezzül etmeyeceği bir güzergah takip etmişiz, zor oldu.

Ana yola çıktık çıkmasına ama bir başka sorunumuz vardı. Araba Çavuşinde idi, biz bir yolda idik ve anayola çıktığımızda ilk 10 dakika nerede olduğumuzu kavrayamayacak kadar da bitik durumdaydık. Belli ki halimizi görüp bize acımış bir kişi yolda durup bizi arabasına alıp merkezi bir yere atıverdi. Bölge rehberi Yusuf arkadaşımız da araba ile bizi Çavuşin’e, Karaşimşek’in*** yanına götürdü.  Açtık, susuzduk, üşümüştük, yorgunduk. Ürgüp’e gidip yemek yedik, otelimize geri döndük.

Amacımız otelde biraz çalışmak idi, rehber dostu googleearth’den o gün gezmiş olduğumuz ve bir türlü de kafamızda oturtamadığımız gezi güzergahımızı çıkartıp, ertesi gün de nereleri gezeceğimize karar verecektik. Otelde, bütün bunlara gerek duymayıp, yatıp uyuduk, bir sonraki akşam nasıl olsa çalışabilecektik.

  1. Gün.

Sabah, Göreme yakınlarında isimlerini bildiğimiz ama bir türlü daha önce gezemediğimizi birkaç kiliseyi gezerek güne başlayalım dedik. Göreme’ye ulaştıktan sonra önce Saklı Kilise’ye gidelim dedik. Karaşimşek’i bir yere bırakıp birkaç patika ve 10 dakikalık yürüme sonrasında Saklı Kiliseye ulaşamadık.  Oraya bak buraya bak, kilise yok. Tamam, adı üstünde “Saklı Kilise” ama bu kadar da saklanılmaz ki! Bulamadık.  El Nazar’a gidelim dedik. Ona ulaşmakta sıkıntı yaşamadık ama Kilise tabi ki kapalı. Burada kiliseyi açık tutmakla görevli kişiler bakanlık çalışanları olmasına rağmen memurluğun gereği ilgili arkadaş kiliseyi açmayı gerek duymamış.

 

Çıktık, Göreme yakınlarındaki popüler ismiyle Aşk Vadisi,  gerçek ismiyle ise Bağlıdere Vadisine yürümeye başladık. Uzun sayılmayacak bir yürüyüş sonrası vadiye “Aşk Vadisi” ismini verdiren oluşumların dibindeydik. Vadi, kimi için neşe kaynağı olabiliyorken kimisi için ise kompleks sebebi.

Vadide bir süre oturup “ Rabbim ne güzel yaratmışsın şunları” diye manzaradan feyz aldıktan sonra Karaşimşek’e geri dönüp yürümek için bir başka vadi arayışı içerisine girdik.

Olmaz olsun böyle peri bacası!

Güvercinlik Vadisine doğru…

Sinasos’da ki Gomeda’ya mı gitsek yoksa Soğanlık’a mı gitsek derken sanırım üşengeçliğimizden “Güvercinlik Vadisini yürüyelim dedik. Uçhisar’a arabayı bırakıp yürümeye başladık.  Burası daha popüler bir vadi. Bir önceki gün 15 km yol yürüdüğümüzde tek bir kişi ile bile karşılaşmamıştık, bu gün hava nispeten daha güzeldi, vadide bilindik bir vadiydi elbet birileri ile karşılaşırdık.

Burada yürümek bahar mevsiminde daha anlamlı olabilir diye düşündürüyor. Zira yürümeye başladıktan sonraki ilk yarım saat içerisinde ağaçlar ve bağlardan başka bir şey göremedik. Bir süre sonra coğrafya bilindik bir şekle bürünmeye başladı. Arada yolda gördüğümüz yönlendirme tabelaları ile kafamızı karıştırmaktan başka bir işe yaramadı. Birkaç defa yolu kaybetmenin haricinde aslında iyi gidiyorduk. Hatta yol üzerinde karşılaştığımız birkaç turist Cem’e yol bile sordu. Naçizane önerim, yolu bilmiyorsanız başka birisine de yol tarifinde de bulunmayın, onları peşinize takmayın. İki Amerikalı’nın da hatası yolu Cem’e sormak oldu.
Dialog kabaca şu şekilde gelişir:

Cem’in rehberliği ardından yarım saatlik fazladan yürüyüşümüz. Önce Amerikalılar.

Turistler:   -Bu yol çıkar mı acaba?

Cem:         – Elbette çıkar, isterseniz bizi takip edebilirsiniz.

15 dakikalık zor bir yürüyüş sonrasında geldiğimiz noktada yol yok, mecburen aynı yolu geri dönüp, başka bir yol bulup önümüzdeki uçurumu aşmamız gerekiyor.

Cem :            – Yol çıkmıyormuş, dönemiz lazım.

Turistler       –  ?

Cem:     Şurdan şu tepeyi aşarsak muhtemelen patika yolu bulacağız.

Turislerden birisi kız birisi erkek. Kız muhtemelen erkeğe çok öfkeli; “ne işimiz var bu vadilerde” gibisinden. Çocuk ise kendini suçlu hissediyor, bir de Cem’in aklına uyup yarım saat abidik gubidik yollardan yürümüş, yürütmüş.

Bir süre tırmanışın ardından bir yol bulduk. Amerikalılar ise bizden çok sıkılmış olacak ki yolu bulur bulmaz uzadılar.

Biz bütün bu yanlış yolu yürürken yine bizim peşimize düşmüş 3 kişi de aynı çıkmaz yolda kalakalıp uzaktan Cem’e yol soruyorlar. Cem kendince tarif etti. Fakat bir daha haber alamadık o 3 kişiden, artık siz düşünün kim bilir nerelere gittiler o tarif ile…

Baharda ayrı bir güzel olacak buralar.

Vadinin sonunda Göreme merkeze ulaştık.

İkinci gün biraz daha deneyimli olduğumuz için sabah yürüyüşe başlamadan önce Cem tabletine bir uygulama indirmişti. Gps ile harita üzerinde ne kadar mesafe yürüdüğümüzü, hangi rotaları yürüyüp nerelerden geri dönmek zorunda kaldığımızı, nerede ne kadar durduğumuzu, ne kadar yükselip, alçaldığımızı ve yaklaşık ne kadar kalori yaktığımızı görebiliyorduk. İkinci günde de toplamda 8 km civarı yol yürümüştük.

Birlikte bir fotoğraf daha çekilmeyi akıl edebildik.

Akşam otele gittiğimizde rehber dostu googleearth’den tüm çalışmalarımızı yapacaktık her akşam yaptığımız gibi.

Göreme merkezde yemek esnasında tanıştığımız bir turizmci genç arkadaş ile yaptığımız sohbette, Doğu’ya giden trenin Kayseri’den geçtiğini öğrendik. Çok ani bir karar ile kayseri’ye gitme kararı aldık. Nitekim Kapadokya Vadilerinin geri kalanını daha sonra da gezebilirdik, fakat kışın en soğuk günlerinde Kars’a trenle gitme fikri içimizi sımsıcak (!) yapmıştı. Tren gece 12’de idi. Akşam Kayseri’de dostumuz Bekir’de vakit geçirir,  gezdiğimiz vadileri çalışır, notlarımızı ve güzergahlarımızı rehberin can yoldaşı googleearth’den takip ederdik.

Planımız Karaşimşek’i Bekir’de bırakıp Kars’a geçmekti.

Kayseri yolunda pek yapmadığımız bir şey yapıp haritaya baktığımızda trenin Kayseri – Sivas- Divriği-Kemaliye – Erzincan –Erzurum – Kars güzergahını takip ettiğini fark ettik. E o zaman Kars’tan önce  Divriği’ye gidebilir, oradan da Kemaliye, Eğin falan gezebilirdik.

Akşam saatlerinde Bekir’in evine ulaştığımızda Bekir’in “hoş geldiniz ama insan gelirken 10-20 bira alır” demesi ile gecenin seyrinin googleearth ile yan yana gelemeyeceği anlaşılmıştı.

Ertesi sabah kendimizi Divriği’de bulmuştuk.

*Zelve’nin otoparkı ücretli, Paşabağ’ın ücretsiz olduğu için, açık gözlü meslektaşlarımın Koreli gezginlere ufak bir şakası!

** Kapadokya Bölgesi’nde yürüyüş turları seyahat acentaları ve yerel rehberler için önemli bir kazanç kapısı olduğu için “bir kısım meslektaşım”  turistler kendi başlarına yürümesin diyerek yönledirme levhalarını kırıyor, yada yönlerini değiştiriyorlarmış. 

*** Karaşimşek :