UA-15301091-4

Pülümür’e Doğru

PÜLÜMÜR’E DOĞRU

Pülümür’e 5 dakika kala askeriyenin kontrol noktasında durdurdular. Denetimin sıkı olduğu yerlerden birisi. Uzman içeriye bakıp
– Hayırdır, ne tarafa, dedi.
– Bu yakınlarda Gelin Odaları denilen bir yer varmış, oraya bakacağım, sonra da Pülümür’e gideceğim.
Necisin, nesin vs… sohbetleri sonrası, canı sıkılan asker ile kurduğum kısa süreli sohbetin ardından bu sefer ben soruyorum:
– Bu gelin Odaları denilen yer neresi?
Karşıdaki boğazı gösteriyor:
– Sağ taraftaki tepeler falan hep mağara, ama bişey yok. Boşuna gitme.
Çıkması zor zaten.
– Neyse, teşekkür ederim. Ben yine de bir bakayım.
İlerliyorum bir dakika sonra solumda, normalde eski olması gereken “yeni” bir köprü var:
“Hanım Köprüsü”. Yine efsane bir yenileme çalışması olmuş.
Tam karşıda, yolun kenarında yeşillik alan içerisinde bir çay bahçesi, önünde iki kişi:
Selamlaşıyoruz.
Köprüyü soruyorum (zira emin olamadım, burada olması gereken tarihi bir köprü idi).
– Haa, evet, Hanım Köprüsü o. Yeni yaptılar.
– Peki, buralarda Gelin Odaları denilen kaya mezarları (evet, yine kaya mezarı arıyorum), mağaralar varmış.
– Yukarıda, tırmanman gerekiyor, ama zor.
– Nereden tırmanmaya başlamalıyım?
– Gel otur çay içelim, boş ver. Yukarı çıkmak tehlikeli. Yokuş dik, hem asıl yukarıda yavrulamış bir anaç ayı var. İki yavrusunu koruyor. Şu ara çok sinirli.
Düşünüyorum ve hiç olasıymış gibi gelmiyor bir ayı ile karşılaşma ihtimalim (neye dayanarak?). Ne kadar tırmanmam lazım ki, yanında yavruları lan bir ayıya yaklaşabileyim!
İzin alıp bahçeden girip tırmanmaya başlıyorum. Sık ağaçlık ve dik. Tutunabildiğim için riskli bulmuyorum. Ara ara geri dönüp bakıyorum, manzara güzel, ama dönüşte çekerim fotoğrafını. Nasıl olsa aynı yerden döneceğim.
15 dakika kadar tırmandıktan sonra eğimle birlikte ağaçlar da azalıyor. Az kaldı sanırım diyorum, bakıyorum yukarılara doğru b görünürde kaya mezarı falan yok şimdilik.
Derkeeeen, bir şeye basıp kayıyorum ve yuvarlanmaya başlıyorum. Belirsizlik kötü 🙂 Acaba nereye kadar yuvarlanacağım, durduğumda nerem kırılmış olacak vs…
Bir ağaca çarparak durdum. Belim ve kolum çok kötü sıyrılmış. Fotoğraf makinesi sağlam (bu da bir teselli). Acıyla doğrulduktan sonra yuvarlandığım yere bakıyorum, çok mesafe değil ama yine de sakat bırakabilir insanı.
Çiziklerimi ve eziklerimi kontrol ettikten sonra yeniden yukarı çıkmaya yelteniyorum. Yuvarlanmaya başladığım yere geldiğimde “neye basıp kaydım” merakı ile yere baktığımda; yerde gördüğüm tazecik bok. Hayır benim değil. Neyin acaba? Yoksa…
İnternetten bakıyorum “ayı dışkısı”, görsellerde ara…
Aynısı.
– Haa… Demek ki bu tazecik dışkının sahibi çok uzaklarda değil Ali derken, zihnim mi uyduruyor, yoksa gerçekten duyuyor muyum “homurtuları”, bilmiyorum ama korkarak aşağıda doğru koşturuyorum.
Düşer miyim, kayar mıyım vs kaygılar bir anda bitiyor 🙂
Kahvenin yanındayım. Adamlar orada üstüme başıma bakıyorlar, perişan haldeyim.
– Çay içer misin diye soruyorlar yine.
– Evet, içerim, sağ olun.
Dalga geçmiyorlar, “biz demiştik” de demiyorlar. Sadece iyi olup olmadığım için kaygılılar, iyi olduğumu anladıklarında da yukarıda, çıkmayı başaramadığım Gelin Odaları’na ait efsaneleri anlatıyorlar.
Efsaneler mi?
 

Etiketler: