UA-15301091-4

DİONYSOS DİNİ

DİONYSOS DİNİ

Olympos Dini , insanlarla tanrılar arasındaki ilişkiyi kesin çizgilerle ayırmıştır. Buna göre insan; sınırlarını bilmeli, kendini tanrılara eş tutmamalı, ve insan olmakla yetinmeliydi.
Fakat Dionysos ‘un varlığıyla birlikte Homerik Olympos ’a zıt bir din şekillenmeye başladı. “Dionysos Dini” olarak isimlendirilen bu düşünceye göre; insanlar içlerindeki tanrısal bölümü geliştirmeli, kendilerini olabildiğince tanrıya benzetmeli, arınma yoluyla mutlu bir ölümsüzlüğe ulaşmaya çalışmalıydı.
Kısa zamanda etkisini arttırıp çeşitlenen Dionysos Dini, Yunan toplumunda siyasal yapının koruyucusu olan Olympos Dini’nin alternatifi halini aldı. Bu sürecin hızlanmasında Dionusos’un temel niteliklerinin yanı sıra siyasal bazı olaylarında rolü vardı: İ.Ö 7.ve 6. Yüz yılarda Yunanistan’da tiranlarla aristokratlar arasında kıran kırana bir mücadele baş gösterdi. Tüccar sınıfından gelenler ekonomik güçlerini kullanarak yönetime geçmeye başladılar. Bu şekilde tiran olanlar yönetici sıfatlarıyla, aristokratların topraklarını köylüye dağıttılar ve bu şekilde köylüyü kendi yanlarına çekmek istediler. Aristokratların ise ,Zeus ve Apollo inançlarını denetleyerek ellerinde tuttukları bir güç vardı ve bu güç köylüler üzerinde halen etkindi. Hemen hemen her şehirde siyasal yapıyı düzenleyen tapınaklarıyla Olympos aristokratların arkasındaydı. Tiranlar, soyluların bu gücünü ortadan kaldırmak istiyorlardı, fakat bunun için Zeus ve Apollo geleneğine saldırmaktansa; halka daha yakın, halkın sevdiği yeni bir inanç kaynağı kullandılar; bu da Dionysos kültü oldu.
Dionysos Dini’nin Olympos’a olan zıtlığının sebep ve sonuçları elbette bu kadarla sınırlı değil. Ünlü arkeolog Gordon Childe’ın “ Tarihte neler oldu? ” adlı kitabında, Dionysos Dini’nin ve eş kaynaklı dinlerin oluşumuna ilişkin bölümü inceleyelim:

Tunç çağı sırasında Yunanistan’da , rahip loncaları değil, kahramanların sarayında ağırlanan ozanlar bir teoloji ortaya koymuşlardı; ozanların bu teolojisi tanrıları savaş-sever koruyucularının benzeri olarak gösteriyordu; kavgacı savaş bireyleri nasıl Mykene kralının feodal egemenliğini kabul etmişlerse ,tanrılarda öylece Olympos Zeusu’nun egemenliğini kabul ediyorlardı. Demir çağında olympos tanrılarına kamuca hâlâ uygun ticari kurban ya da rüşvetler sunuluyor ve hâlâ bu tanrılar için şehirler tarafından tapınaklar kuruluyordu. Fakat tanrıların ölümlü modelleri Mykene kalelerini boşaltınca, Homerik tanrılar yer yüzündeki Olympos’u terkedip göklerde kayboldu. Tanrıların terkettiği doğanın kapıları bilime açıldı; bir yandan da meydan eski köylülüğün ve yeni barbar kabilelerin denetlediği bulanık sihirsel güçlere kaldı. 

Eski sihir ayinlerinde “gizemli dinler” – barbar Trakya’dan gelen şarap tanrısı Dionysos ya da Bakhüs kültü, Orphizm ve Eleusis gizemleri –ve tümü de bir örgütlenmiş bütün olarak toplumdan çok bireylere seslenen , aralarında Pythagoras’ın ve Platon’un öğretilerinin de bulunduğu gizemli felsefeler doğdu. Gizemli dinler, kitleler –mülksüz köylüler, madenciler ve hatta köleler- için, onlara kurtuluş , maddi ve ekonomik acılarına manevi bir merhem sunan bir ideoloji getirmişlerdi. Dionysos tanrısal coşkunluk yoluyla tanrı ile birleşme olanağı sağlıyordu…

Dionysos Dinsel Törenleri’nde amaç tanrı ile birleşerek tanrılaşmak ve doğa ile bütünleşerek onun tüm sırlarına ulaşmaktır. Coşku; bu hedefe açılan kapı, şarap da bu kapının anahtarıydı.
Şimdi bu coşkunun tasvirini, Euripides’in Bakkhalar adlı oyunundan alalım:

Ne mutlu bahtı açık olana,
ne mutlu tanrıların sırlarına erene!
Hayatını temizleyip günahlardan ruhunu
Bakkhos’a verene!
Yıkayıp bütün kirlerini dağlarda
Tanrının delisi o1ana!
Ne mutlu, yoluyla kutlayana
Kybele anamızın cümbüşlerini;
ne mutlu, tyrsos’u sallayarak başına sarmaşıklı çelengi takarak Dionysos’un ardından gidene! Haydi, Bakkha’lar, durmayın, indirin
Bromios’u Phrygia dağlarından;
getirin Dionysos’u, tanrı babanın tanrı oğlunu,
Hellen ülkesinin mutlu şehirlerine. O tanrılar ki
bu, anası, eski bir zamanda, doğum
sancıları içinde, çarpıldı Zeus’un
yıldırımlarına;
can verdi düşürüp karnındakini. O zaman Kronos’un oğlu Zeus
aldı düşen çocuğu, görmesin diye karısı Hera, sokup kendi baldırına altın kancalarla kancaladı. Sonra, Moira’lar vakti doldurunca Zeus doğurdu boğa boynuzlu tanrıyı;
başına bir çelenk taktı yılanlardan.
Onun için Mainad’lar
yılanları toplar, saçlarına örerler.
Ey Thebai, Semele’yi besleyen toprak, takın artık sarmaşık çelenklerini Açılsın
çiçekleri, açılsın güzel meyveli yeşil saparnanın!
Bürün yapraklarına meşelerin, çamların!
Giyin benek benek ceylan postunu, süslen ak koyunların yününden örgülerle,
yansın elinde narteks’lerin sönmez ateşi! Yakındır
yeryüzünün korolarla coşup taşması.
Bromios geliyor, alaylarıyla, dağdan dağa, Dionysos delisi kadınların gergeflerini,
mekiklerini bırakıp kaçtıkları dağlara.
Ey karanlık diyarı Kureta’ların,
Girit’te Zeus’un doğduğu kutsal mağaralar,
orada icat ettiler, benim için,
üç sorguçlu miğfer giyen Korybant’lar
çembere gerilen deriyi,
Orada karıştı coşkun davul sesleri
Phrygia kavallarının tatlı nefeslerine.
Korybant’lar davulu Rhea anamıza verdiler
Bakkha’lann çığlıkları arasında
gümbürdesin diye.
Onu coşkun Satryr’ler Ana Tanrıçadan aldılar.
sesini korolara karıştırdılar, Dionysos’a hoş gelen Trieterit bayramlarında

Koşmak ne güzel, dağlarda
Bakkhos alaylarının ardından!
Sarılıp gezmek benekli ceylan postuna,
serilip yatmak toprağa!
Yakalayıp boğazlamak yaban tekelerini.
Kanlarını içmek, çiğ çiğ yemek etlerini!
Euhoi! diye bağırınca Bromios.
atılmak Lydia’nın, Phrygıa’nın dağlarına!
o zaman yeryüzünde derelerde süt akar,
derelerde şarap akar, bal akar;
Yükselir sanki yerden,
Lübnan buhurunun dumanları.
Bakkhos,elinde kızıl alev saçan narteks,
Sihirli gür saçları rüzgarda,
Koşturur peşinden dağlara düşmüş koroları.

Ve haykırır ruhları coşturan sesiyle:
“hey Bakkhalar koşun, koşun Bakkhalar !
ırmağından altın akan Tmolos’u
şenlendiren kadınlar!”

DİONYSOS DİNİNDE KADIN

Tanrı alayında daha çok kadınların yer alışı ,bu kadınların doğaya kaçışla öz-erotizmlerini keşfetmeleri ve tinsel bir arınma sağlamaya çalışmaları yukarıdaki metinde net olarak göze çarpmakta. Tanrı alayının; yaban tekelerinin kanları içmek, etlerini çiğ çiğ yemek gibi âdetleri de tarihte ve hatta Antik Yunan’da bile sıkça karşılaştığımız ‘kurban’ olayıyla ilintilidir. ( Kanımca bu daha sonraları Hristiyanlık’da şarap ve ekmek ritüeline dönüşmüştür.) Çünkü tanrıyla bütünleşmenin en kolay yolu onun bedenini yemektir. Dionysos’un tasvirlerinde sıkça karşılaşılan “boğa” aynı zamanda da tanrı için en fazla kurban edilen hayvan olmuştur. Yukarıda tarif edilen kutsal çılgınlık anları tanrıya kurban sunumu ve tinsel arınma için en uygun zamanlardır.
Jean-Piere Vernant’ın belirttiği şekliyle Dionysos dini, “siyasal olmayan, çok az sayıda tapınağı olan, inananlarını kentlerin dışına yaban doğaya sürükleyen, bireyleri sıradan toplumsal ilişkilerinden koparıp yabanıllaştıran, doğayla bütünleştiren bir yapıdadır. Bu tür bir din ise özellikle kadınlar içindir, siyasal yaşamın kesinkes dışında bulundukları, kentle erkeklerden daha az bütünleştikleri ölçüde. Kadınlar kamu işlerine erkeklerle eşit düzeyde katılmak için toplumsal olarak yetkisiz göründüklerinden bir anlamda resmi dinin (Olympos’un) karşıtı olan yapıları canlandırmaya dinsel olarak yetkilidir. Ortak Yunan dindarlığından oldukça uzak olan bu ‘gizemci dinsellik’ , bir kaçış arayışı, çılgınlık –monia kültürü- ve bireysel kurtuluşu beraberinde getirmektedir.“
Dionysos Dini için “siyasal olmayan” şeklinde bir niteleme yanlış olacaktır. Kültün, Yunan Toplumu’nda gelişim süreci ve bu sürecin sonuçları, Dinin –her din gibi- siyasi bir yanın olduğunu ve hatta oldukça siyasal içerik taşıdığını göstermektedir.

YENİDEN DOĞUŞ

Dionysos, ölümü ve yeniden doğuşu temsil etmesiyle Adonis-Attis-Osiris gibi tanrılarla büyük benzerlikler göstermektedir. Mevsim değişimleri, doğanın ölümü ve yeniden doğuşu şarap tanrısının karakteriyle özdeşleştirilmiş ve mevsim dönümleri Dionysos adına yapılan büyük dinsel törenlerle kutlanmıştır. Ürünler olgunlaşırken, baharlar açmağa başlarken ve asmalar budandıktan sonra Antesteria adı verilen çiçek bayramı kutlanırdı. Bu bayram Dionysos adına yapılırdı. Bu tarihte şarabın ikinci kaynaması bitmiş olur ve içilir duruma gelirdi. Böylece şarap kapları açılır ve büyük bir şenlik düzenlenirdi. Şarap içilir, gençler şarap tulumları üzerinde tepinirler ve kızlar salıncaklarda sallanırlardı ve bütün bunlar bolluk getirmek içindi. O tören için seçilen ve içki içme yarışmasını yargılayan kimsenin (Archon) karısı Dionysos’la evlenirdi. Dionysos’un öküz biçimindeki heykeli bir araba üstünde getirilir ve Archon’un karısının düğünü yapılırdı. Şenliğin son gününde tahıl lapası yapılır ve ölü ruhlara yer altına giderken eşlik eden Hermes’e sunulurdu. Düğün olurken ruhların sokaklarda uçuşup dolaştığına inanılırdı. “Antesteria bitti, artık gidin ruhlar!” diye şenlik sonunda ruhlar kovulurdu. Böylece, Dionysos hem ölümü, hem yaşamı simgeleyen bir tanrı olarak anılırdı.
Bu tanrıyla ilgili başka bir şenlik de Ocak ayı içerisinde düzenlenirdi. Lenaia diye adlandırılan bu şenlikte heykel büyüklüğünde bir phallus (erkeklik organı) bolluğun simgesi olarak geçit alayında geçirilir ve fallik ezgiler okunurdu. En sonunda lapa sunulurdu. Bu şenlikte Dionysos’un yeniden doğuşu oyunlarla canlandırılırdı.
Daha önemli bir şenlik ilkbaharda (9-13 Mart) düzenleniyordu. Bu şenlik Peisistratos’un etkisiyle İ. Ö. VI. yüzyılda başlatılmıştı. Antik tiyatronun doğuşu bu Büyük Dionisia şenliği ile ortaya çıktı. Bu şenlikte söylenen ditrambos’u Midilli’li ozan Arion bulmuştu. Kısa bir süre sonra, bu şenlikte ozanlar arasında ödüllü bir yarışma düzenlenmiş ve tiyatro sanatı da bundan doğmuştu.
Büyük Dionisia’da, Akropolis’in güney eteğine rastlayan yerdeki Dionysos tiyatrosuna önce tanrıyı simgeleyen bir heykel taşınırdı. Bu simge kutsal kişiler, rahipler tarafından getirilirdi. Geceleyin çıralar yakılır ve heykelin başında nöbet tutulurdu. Ertesi gün Dionysos adına düzenlenen danslar ve koroyla söylenen ezgiler başlardı. Bunlar yarışma içine sokulurdu. Bu yarışmada ayrı yerlerden seçilen be§ erkek ile beş çocuk korosu vardı ve her koroda elli kişi bulunurdu. Yarışmalar, en önde din adamlarının oturduğu Dionysos tiyatrosunda olurdu.

TRAGEDYA’NIN DOĞUŞU

Bu sözcük Yunanca tragoidia’dan gelir; tragos (keçi) ve oidie (türkü) sözcüklerinin birleşmesiyle “keçilerin türküsü” anlamına kullanılır. Dionysos şenliklerinde koro, tanrının ona bağlı kölelerini simgeliyordu. Tanrının çevresinde hep doğanın yabancı güçlerini temsil eden teke ayaklı satyrler bulunduğu için ilk başlarda, koro da satyrlerin biçimine giriyordu; ilk dönemlerde, korodaki oyuncular teke derileri (tragoi) giyerek oyun alanına çıkıyorlardı. Tragedya türü de tragos’ların şarkılarından doğdu.
Tragedyanın konu kaynağı efsanelerdi. Zaten efsaneler Yunan şiirinin de kaynağı olmuştu. Kendisinden sonra gelen yazarların bitmez tükenmez hazinesi olan Homeros efsaneleri güzel bir üslûp içinde tekrarlanmıştı. Ancak dram sanatı, bu efsanelerden yepyeni bir biçimde esinlendi. Efsaneler geleneksel bir süsleme sanatı gibi, tekrarlanmanın batağına tam düşecekken, dram sanatı bu efsanelere yeni bir soluk getirdi ve geniş bir ufuk açtı. Çünkü efsanelerde idealize edilerek ya da süslenerek anlatılan olaylar ve bu olayların içindeki kahramanla dram sanatı yoluyla Atina halkının özelliği ve tavrı oluverdi; efsaneler yoluyla önemli gerçekler üzerinde duruldu.
Yunan tragedyasının özellik gösteren düşünce düzeyinden biri “gururlanma günahı” ve bu günahın kaçınılmaz cezasıydı. Grekler bu cezayı tanrıça Nemesis’e bağlarlardı. Nemesis, başarıları ve sürekli zenginlikleri yüzünden tanrıları unutan insanların kırbacı, onları cezalandıran bir yüce güçtü. Yunan seyircisi için hiçbir şey gurur kadar kahramanın kötü bir duruma düşmesindeki acıya, gölge düşüremezdi.
Yunan tragedya yazarları, oyunlarında tekrar tekrar bu günah-ceza kavramları üzerinde dururlardı. Hele Aiskhilos bu dinsel kavramlara her zaman dikkat etmişti. Ancak antik tragedyadaki günah kav-ramı bugünkünden değişikti: bazen günah hafif olur, unutulurdu; bazen günahı işleyen farkına bile varmazdı; bazen da günahı işleyen cezaya çarptırılan değil, onun babası ya da atası olurdu. Tragedya kahramanları günahlarından dolayı vicdan azabı çekmezlerdi.
Yunan tragedyasının yapısı konuşmalı ve şarkılı bölümlerle kuruludur. Konuşmalı bölümler üçe ayrılır:
Progolos, yani başlangıç. Koro’nun ortaya çıkmasından önce söylenen bölümdü. Oyun üzerine bazı açıklamaların yapıldığı yerdi. Bu bölüm yalnız bir kişi tarafından seyirciye doğru söylenirdi. Bir çeşit anlatıcının bölümü. Bu başlangıç bitince koro oyun alanına girer ve oyun bitinceye kadar kalırdı.
Epeisodion’ lar: bunlar koronun şarkıları arasındaki bölümlerdi. İ.Ö. V. yüzyıldan itibaren her oyunda üç epeisodion’un olması bir kural durumuna geldi.
Eksodos, tragedyanın bitişiydi. İlk dönemlerde koronun dışarı çıkması sırasında söylenen lirik bir şarkıydı.

DİONYSOS’UN TASVİRİ

Dionysos’un tasvirleri yüzyıllar boyunca değişikliğe uğramıştır. Phallus biçimindeki tahta imgeleri (çoğu kez, dalları olmayan bir örtü ile sarılı düz bir direk) en eski dönemlere aittir ve üreme gücünü simgelemektedir. (daha sonraları Dionysos’un phallik tasvirleri, onun Aphrodite’den olan oğlu Priapos’a geçmiştir) ardıl dönemlerde –daha çok vazolarda -güçlü, sakallı ve giysili olarak hayal edildiğini görüyoruz. Başını asma veya sarmaşık dalları çevreler. Daha sonra çıplak ve zarif bir oğlan tipine dönüşür. Artık cinsel ve kadınsal unsurları ağırlık kazanmıştır. Çoğunlukla, elinde thyrsos (ucunda bir çam kozalağı bulunan sarmaşık ve asma yaprakları sarılı uzun değnek) ve bir kadehle görülür. Yanında alayından kimseler ve onunla ilgili kişiler (İno, Ariadne vb.) bulunur.
Ona ait kutsal bitkiler, asma ve sarmaşıktır fakat bazı yerlerde bunlara ilaveten çam ve incirin de Dionysos’la ilişkilendirildiği olmuştur. Kutsal hayvanları ise aslan, kaplan, vaşak, yunus, boğa ve keçidir.

 

 

Yazı : Ali Çelik